25 Mayıs 2009 Pazartesi

Kadın-Erkek Sorunsalı

Bu seferki yazımda biraz sizden biraz bizden, en sevdiğim konu olan kadın-erkek ilişkilerinden bahsedeceğim. Belki biraz da özeleştiri yapacağım. Kardeşimle geçen gün sohbet ediyorduk. Bana sınıflarında kız olduğu ve olmadığı zaman hocaların nasıl davrandığını anlatıyordu. Belki bu bir sır değil, ama ben yeni yeni fark ediyorum erkeklerin kızlar karşısındaki tutumunun ne kadar farklı olduğunu... Erkekler kendi aralarında farklı organizmalar sanki... Etkileşim farklı oluyor herhalde. Yeri geliyor şaka niyetine ana avrat dümdüz sövüyorlar, yeri geliyor topluca oturup porno izliyorlar... Hiçbirisi de bu durumdan rahatsız olmuyor. Aynı insanlar aralarında bir dişi bulunduğu zaman ise bir anda farklı bir boyuta geçip birer centilmene dönüşüyorlar.
Doğumgününde Berk bu konuda yararlı bulduğum bir cümle sarf etti. Kelimesi kelimesine aktaramayacağım fakat genel olarak şöyleydi: "Bu kadar kişiyiz, aramızda bir tane kız var -ondan da çekineceğimden değil- ama bu kadar farklı kişi bir araya gelince sanki ortamda kız varmış gibi bir sohbet oluyor." Demek ki bu durum iletişim kopukluğundan kaynaklanıyor. İyi ama bu kopukluk neden ortaya çıkıyor? En başta erkekler mi kendilerini soyutladı, yoksa kızlar mı erkekleri saklamaya zorladı? Gidebileceğim en eski örnek herhalde filmlerde de örneklerini bolca gördüğümüz, toplandıkları yerin kapısına "Kızlar Giremez!" yazısı asan ufaklıklardır. Benim başıma da zamanında çok gelmişti, "Sen kızsın git!" diye beni kovan kuzenlerim ya da abim ve arkadaşları yüzünden beni aralarına almıyorlar diye ağlayarak eve koşmak... Bu örneklere göre sorunu ilk erkekler çıkartmış gibi görünse de bunun altında yatan başka bir problem olmalı.
Benim gördüğüm en kolay sebepler rahatça küfür edebilmek ve/veya cinsellikten çekinmeden bahsedilebilmek sanırım. Kızların çoğu yanlarında küfür edilmesinden hoşlanmıyor. Erkekler de mecburen bu ihtiyacı kızlardan kendilerini soyutlayarak kendi aralarındayken aşırıya kaçarak gideriyorlar. Cinsellik zaten popüler bir tabu üzerinde fazla durmama gerek olduğunu sanmıyorum. Yine çoğu kızın bilgisayar oyunları ya da spordan da hoşlanmadığı bir gerçek. Bu durum benim aklıma şöyle bir soruyu getiriyor: "Kızlar madem erkeklerin çoğu huyundan ya da sevdikleri şeylerden hoşlanmıyor, o zaman neden uzak durmayı kızlar değil erkekler seçiyor?" Erkekler uzak durarak aslında kızlara iyilik yapıyor bence. Bir yandan kendi bıkmışlıklarını bize şikayet etmek yerine kendi içlerinde gruplaşarak atıyorlar diğer yandan da istedikleri gibi davranma konuşma özgürlüğüne kavuşuyorlar. Kızlar ise sürekli şikayet ettikleri erkeklerin yokluğunda (artık değerini anlamak mı olur bu bilmiyorum) bir anda aslında hiç hoşlanmayacakları erkek gruplaşmasının içine girmeye can atıyorlar.
Eğer bu kadar meraklıysak erkekleri yapay olmak zorunda bırakmayalım derim ben. Beyaz atlı prens sendromundan kurtulup onları doğal halleriyle kabullenmeye ilgilendikleri şeylerle ilgilenmeye çalışalım. Hem karşı cinsi kişilik bozukluğuna uğramaktan kurtaralım, hem de daha olumlu ilişkiler geliştirebilmek için birer adım atmış olalım. (Bu yazıyı okuyan ve kendisini her küfrettiğinde uyardığım kardeşime selam eder abla-kardeş arasındaki saygının kadın-erkek ilişkilerinden muaf olduğunu belirtmek isterim.)
Umarım kafamdaki soru işaretlerinden bir kısmı bu yazıyı okuyanlara da bulaşır, karşı cinsle konuşurken iki defa düşünürler diyerek yazımı noktalıyorum. Esen kalın efenim...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Modasal Felaket

Geçen gün Elif ile konuşurken uzun zamandır sinirimi bozan bir şey konusunda yalnız olmadığımı öğrendim. Sonunda bugün okula doğru yol alırken akşam blogumda bu konuyu deşmeye karar verdim. Bahsedeceğim şey şu: kollarına çanta görünümlü bavul takan kızlar. Her gün okula gidip geldiğimiz otobüs ya da dolmuşlarda sürekli bu insalık dışı yaratıklar tarafından tacize uğruyoruz. Moda adını verdiğimiz sürekli değişen illet, ucu bize dokunan bu görünümde ve kullanımda son derece çirkin şeyleri ortaya çıkarttı, yani bavul büyüklüğündeki tek kola takmalı çantalar. Bunların nasıl kullanılması gerektiğinden bi haber olan moda manyakları da her gün yolda, otobüste, kuyrukta bizi taciz etmeye başladı. Çantaları sanki onların değilmiş de bir başkasınınmış gibi 2metre ötede tutup, kime/nereye çarptığını farketmeden (ya da umursamadan, ben umursamadıklarını düşünüyorum) arkadaşlarıyla kakara kikiri sohbete dalan kız tipleri gün geçtikçe çoğalır oldu. Madem böyle kocaman bir çanta almak gafletine düştün, sahip çık arkadaşım! Çantanla bütünleş, kime çarptın kimi sıyırdın dikkat et... Hadi sırt çantası olsa neyse -aslında onu da silah olarak kullanan çok kişi var ama hadi çaktırmayalım- sırtındakinin neye dokunduğunu göremezsin arkanda gözün yok, ama bu bavullar kol için yapılıyor ve gözünün yettiği bir hizada yer alıyor. Sağında solunda ne olduğunu görmemen imkansız. Buna rağmen moda manyakları bu çantaları kullanmakta ısrar ediyor ve bizler bu modanın mağduru oluyoruz. Yapılan araştırmalara göre (yani dolmuşta saydığıma göre) 10 kızdan 6sı bu bavulumsu çantaları kullanıyor. Biz mağdurların sayısı da her geçen gün artıyor. Bu artışa bir dur denmeli, bavul çantalara hayır!

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Mutlu Son

Az önce School Days adındaki animeyi bitirdim. 12 bölümlük bu animenin en acayip kısmı son bölümüydü. İlk başta normal bir ecchi/romantik/komedi tadındayken yavaş yavaş karakterlerde bir psikopatlaşma başladı. (Çok karakter olduğu için isimlerle yazacağım yoksa işin içinden çıkamayacağım.)
Makoto her gün metroda gördüğü Kotonoha'ya aşık kızın haberi yok, kız buna aşık çocuğun haberi yok... Bunların arasını yapan kız, Sekai, aslında Makoto'ya aşık. Buraya kadar her şey normal. Eğer animeyi izlemek gibi bir niyetiniz varsa buradan sonrasını okumayınız, okursanız beni sorumlu tutmayınız ben uyarımı yaptım.
Asıl sorun bunlar çıkmaya başladıktan sonra oluyor. Kotonoha Makoto'yla ileri gitmek istemiyor erkeklerden korkuyor, Sekai de fırsattan istifade edip Makoto'ya sevgilisi için pratik yapma bahanesiyle yanaşıyor. Çocuk hangisinden daha çok hoşlandığını anlayamayacak kadar gerizekâlı. Sevgilisi oynaşmak istemiyor diye ondan kaçıp Sekai ile kırıştırıyor... İkisiyle de durum belli değilken ortaya başka bi kız çıkıp Makoto'yla yatıyor.

Makoto en sonunda Kotonaha'dan ayrılıyor ama o bunu kabullenemiyor. Psikopata bağlıyor telefonda sürekli bunla konuştuğunu hayal ediyor (bunu sonradan anlıyoruz, bir bakıyoruz telefon aslında kapalı ya da ulaşılamıyor). Artık Sekai'yi seçti diye rahatlayacağız sanıyorken bu çocuk okuldaki tüm kızlarla teker üçer yatmaya başlıyor. Bu da yetmezmiş gibi Sekai "Ben hamileyim" diyor ve bunu sınıfta dersin ortasında bağırarak söylediği için çocuğun yüzüne bir daha kimse bakmıyor, diğer kızlarla şansı kapanıyor. Makoto da benim suçum değil, biz daha öğrenciyiz ne yapacağız  diye panikliyor.
Makoto sorunlarla boğuşurken, yolda akli dengesini yitiren Kotonoha'yla karşılaşıyor. Kızın hâlini görünce kendi bencilliğini ve hatalarını anlıyor. Kotonoha'ya sarılıp özür diliyor, kız bir anda silkinip kendine geliyor. Her şeyi yoluna koyacağını düşünen Makoto Sekai'ye ben artık Kotonoha'ylayım hatta sana hastane de bulduk git çocuğu aldır diyor. Sekai de o zaman seni evde bekliyorum önemli bişey konuşacağım diyerek Makoto'yu yanına çağırıyor. Makoto gelince Sekai çay yapmaya mutfağa giriyor. Makoto'ya bir mesaj geliyor Sekai'den, özür dilerim yazıyor.Buradan sonrasını tahmin ettiğim için izlemek yerine çubuğu hızla ilerleterek gözden geçirdim. Çünkü korktuğum başıma geldi... Erdem'in bana anlattığı psikopat anime buydu. Eğer şu ana kadar uyarıları dikkate almayıp okuduysanız geri kalanı okumamanızı şiddetle tavsiye ederim, bütün anime burada yön değiştiriyor. Hızla geçtiğim ve Erdem'in anlattığı kadarıyla bildiğim yerleri toparlayarak anlatayım:
Sekai elinde bıçakla Makoto'nun arkasından geliyor, sonra bunu bir güzel parçalıyor biçiyor, kafasını kopartıyor. Ortalık kan gölüne dönüyor. Sonra Sekai Kotonaha'yı okulun terasına çağırıyor. Kotonoha bu arada her şeyden habersiz mutlu mesut Makoto'yla yat gezisi planları yapıyor. Akşam okulun terasında Sekai ile Kotonoha bir süre ağız dalaşı yapıyorlar en sonunda Sekai "O kadar istiyosan al yüzüne söyle" şeklinde bir çıkışla bavulvâri çantasını açıp çocuğun
Makoto'nun kafasını çıkartıyor. Kotonoha psikopat hâline geri dönüp Sekai'yi bir güzel öldürüyor. Sonra mı? Elinde çocuğun kafası ile yat gezisine çıkıyor. Son.
Evet
anime gerçekten böyle bitiyor. Ben dumurlardayım. Animenin altındaki yorumları okudukça daha da garip hissettim çünkü çoğu kişi oh iyi oldu, mutlu son, haketmişti gibi şeyler yazmış. Peki neden kimse bu kadar tatlı bir başlangıcı olduğu halde psikopat bir bitişi olduğundan yakınmamış? Tamam çocuğun yaptıklarını savunmuyorum, ama güzelim aşk hikâyesini karın deşen Jack'e çevirmek de ne oluyor? Ve insanlar buna nasıl mutlu son diyebiliyor? Hayatımda izlediğim en vahşet animeydi. Çünkü romantizmden bir anda dönüş yaptı. Kendimi buna hazır hissedemedim. Son bölümde kötü bir şeyler olacağı hissediliyor gibiydi fakat bu kadarını kimse beklemezdi herhalde.
İnsanların mutlu son anlayışları mı değişti? Mutlu son esas oğlanın esas kıza kavuştuğu, kötü her şeyin unutulduğu geleceğe odaklanıldığı son değil midir? Hani bazen öpüşme sahnesi ile biten, bazen kameranın gökyüzüne dönüşü ile biten insanın içini huzurla dolduran o son? İnsana demezler mi herkes psikopata döndü nerede bunda huzur diye? Yok arkadaşım yok, ben bu Japonların mizah anlayışlarını çözemeyeceğim. Vazgeçtim. Gecem de mahvoldu, şimdi gel de uyu uyuyabilirsen...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Alacakaranlığın Kazığı...

En sonunda şu herkesin bayıldığı Twilight filmini izledim. Filmin sonunda düşündüğüm şey " bu muymuş" oldu... Bu kadar sevilmesinin nedeni herhalde filmin kahramanının güya yakışıklı bir vampir olmasıdır. Neden insanlar karşı cins tarafından ısırılıp kanlarının içilmesini bu kadar harika buluyorlar? Sülükler de aynı şeyi yapıyor ama kimsenin onlar tarafından kanlarının emilmesini dört gözle beklediğini sanmıyorum. Karşı cinsin hayvansı cazibesine duyulan bu ihtiyaç nedir? Bir yanda romantizm isteyen kızların öbür yanda bir kan emici tarafından vahşice ısırılma isteği bir çelişki değil midir? Hadi erkekleri anlıyorum karşı cinste aradıkları çoğunlukla romantizm olmadığı için ama bu kızlar? Belki de istedikleri vampirin ısırığı değil uzun hayat tecrübesidir. Harika şatolarda kırmızı kadife perdeler gümüş şamdanlar kuyruklu piyanolar içindeki romantik yaşamdır aradıkları. Böyle bir çağda yaşamış olup günümüze geldiğinde de bu dönemdeki romantizmi beraberinde getirmiş oldukları inancıdır... Ama böyle bakıldığında da vampirin doğasına ters düşüyor romantizm. Vampir dediğin tüm duygularından ve ruhundan arınmış bir varlık değil midir? O zaman romantik vampir tam anlamıyla bulunmaz nimettir. Demek ki kızlar yine imkansızı ister, ulaşılamayanı... Bu vampirle aşk senaryolarını yazanlar da herhalde bunu düşünerek yazarlar. Sözüm kitaptan dışarı tabi, kitabı okumadım o yüzden ne kadar satış gayesi güdülerek yazıldığını bilemem. Şöyle bir baktığımda gördüğüm çoğu vampir filmine göre vasat kaldı bu film. Ne duygusal olarak tatmin edebildi beni ne de aksiyon açısından.. Hâlbuki vampirleri çok severdim ben? Büyüyorum galiba...